Ana içeriğe atla

Aşk- Birinci bölüm

 Bu çok basit görünen ancak beni yazmaya sevk ettiren konuyu gece kaleme almamın mümessilleri;

  • Lafına, sözüne güvenilen benden yaşça oldukça büyük bir teyzenin 'Kızım sen 60lar, 70ler kadını olmalıymışsın'ı,
  • Ansızın listemde çalan çok sevdiğim 1958 yapımı The Chantels şarkısı 'Maybe' ve
  • Boks öncesi yarısını okuduğum 'Alice harikalar diyarında' kitabı.

Şarkısı belli yazımın tabi anladığınız üzere. Astroloji bilgisi olanlar bu yazımı Balık dolunayı etkisinden, beni, derinimi, özelimi  bilenler çok bile geç kaldı bu konuyu dile getirmen diyerek açıklayabilir. Her yazımın içeriğinde biraz 'aşk' olsa da geneliyle belki yüzleşmekten kaçtığım, belki korktuğum bir olgu. Bu yüzleşmeyle de bugün 'korkuyorsun sanki' diyen birinin etkisinde kalmış olabilirim. Bakalım sepetimden neler çıkaracak, ben de bilmiyorum akışta geliyor. Umarım okurken benim gibi derin düşüncelere gark olmazsınız ya da boş verin olun dehlizlerinizi keşfedin. Derinlik iyidir, yüzeyselle bir ömür geçmez. :) 


Aşk 101 ile başlamayacağım zira bu öznel kavramın hepimiz için değiştiğinin bilincindeyim bu konuda 60'larda kalmadım. :) Yine de bence aşk çok yüzeyselleştiriliyor; kimyasal bir tepkime, idealize ettiğiniz karakter özelliklerinin bir bedende toplanması, bilinmeyene duyulan ilgi, tehlikeli, geçici bir duygu/heves vs. vs. tanımlanarak derinliği yitiriliyor.

Öncelikle belki de saygının barındığı bir ilişkideki 'aşk' kavramının derinliğinden ve ne yazık ki dönemimdeki çoğu akranımın yüzeyselliğinden, çıkarları için ilişki yaşamasından, hoop ondan ona gönlünü kaydırmasından, maddeleştirmesinden ilişkileri, maddi kazançlar uğruna kalbinden vazgeçmesinden vs. olacak bu yazıda bahsi geçen teyze benle konuşurken <bu döneme ait değilsin> kanısına varmıştı, hissetmişti. Yüzleşmekten korktuğum bu şeyi belki kabullenemeyişim; her nesille uyumlanabilen, anlamaya çalışıp, içselleştirebilen karakterimle gayet de modern dönemin ilişki anlayışlarını anlıyor ve uyumlanıyorum diye düşünüyordum. Yanılıyor muyum yoksa? :)

Gelelim modern dönemin uyumlanamadığım sözlüğüne; aşık olduğun birini unutamamana 'saplantı', unutmak için yeniye yer açman gerekliliğine 'ilaç', sevmeden önce saygı duymana 'eski kafalı', kalbindeki kişiye sadık kalmanaysa 'komik' denilmesi bu kalıplaşmış literatür o kadar çoğaltılabilir ki. (Buradaki sadakati geniş alalım lütfen aldatmak da, aşk gibi düşünüldüğü kadar sığ bir kavram değil bence. Sosyo psikolojik, kültürel, kişinin egosal boyutu, hatta kendi benliğine bakışı açısından çok boyutlu incelenmesi gereken bir mesele. Modern dönem; burada genelde aldatılana acır oysa aldatanın en çok kendini aldattığı hikayede kendini bulma yolculuğunda kendini kaybetmesidir. Bu nedenle masum olan taraf sağlıklı ilişki tanımını kendi benliğinde, kendi doğrularıyla sağlıkla oluşturduysa döngünün bir yere kadar üzüleni, bir yerden sonra mutluluğu hak edeni olacaktır. Sistem aldatanı sorgulatacak, ne istediğini bulduracak, belki de bulduğu doğruyu savaşmazsa kaybettirecek, dönüşüme uğratacak, en çok sarsıntıya uğratacak tarafıdır. Sanmayın modern dönem bunu destekliyor. Sosyal medyanın büyümesi, popüler olana duyulan ilgi, özenilen hayatlarla kendi kimliğini yaşamadan başkalarının doldurduğu hayatlarda ilişki yaşayanlar da bu hayattan mutsuz göçüyor. Bunu ayrıca bir yazı konusu olarak ele almak gerek.

60'ların 70'lerin ilişkileri neden daha derindi kısmını biraz daha düşünmeliyim ancak teyzenin bu bakış açısında bir yerde kendimle gurur duydum. Beni zihninde çizdiği karakter oldukça doğru biri. Üzüldüğümse devamında senin zamanında böyle doğru biri kaldı mı bakış açısı. Belki de kaçtığım, yüzleşmekten korktuğum tam da buydu. Herkesin doğrularının dışında çizdiğim bu doğruya sahip çıkan ya sahiden kalmadıysa?

Mesela bu yazımı instagramdan paylaştığımda kaç kişi sonuna kadar okuyor bundan çok değil 5 yıl öncesine kadar okumanın faydalarını konuşurken bugün bir görsel kaydırma furyasında bireylerden nasıl derin bir ilişki beklenmeli? Yıllarca defterlerimle dışarda yazı yazarken kimse bakmazdı hatta sıcacık gülümserdi bana. Geçenlerde hem de Suadiye'de, Moda'da yazarken meraklı bakışlar üzerimde, telefonumla oynamadığım için mi bu garipsenme diye düşünmedim değil.

Burada 'Flört- Modern Ortam Romantikleri'ne selam veresim geldi. İroniler barındıran bu güzide eserin sahibi- bu müzik grubumuzun üyeleri 70'ler doğumlu X kuşağı. Günümüz kuşağı ile geçmişi mukayese edebilecek argümana sahip olmaları, kritize  ettikleri bu gözlem için bana ancak onlara saygı duymayı doğurur. :)


Bu yazıyı bir kaç bölüm halinde yazmam gerek gibi hissediyorum. Hatta ileride çıkarmak istediğim kitabın konusu bile 'Aşk' üzerine olsa ciltler halinde yazarım gibi bir his bile geldi. :) İçimde dökülmek isteyen o kadar çok sözcük varmış ki ben de sizle keşfediyorum. Alice konusuna giremedim bile. İkinci bölümde buluşalım mı? Bu yazıyı sonuna kadar okuyan sadık okuyucularım bana yazabilir mi? Bizim döneme inancımı hâlâ kaybetmek istemiyorum zira :) 🌸

O halde aşkla kalın. İkinci bölümde görüşmek üzere. ❤

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ki doğdum / Versiyon 32 - Londra 🎊

32 sene. Dile kolay ve her sene için biriktirdiğim şükür sebeplerim var. Bu yıl yeni yaşın arefesinde yine özlediğim abimle kavuşmayı İsviçre’de başlatıp, Eylül’ü kapatırken akrabalarla düğün buluşması Almanya ve yeni yaşın ilk gününe planlanan Londra seyahati. Kendime verebileceğim en güzel hediye hep deneyimler oldu hayatım boyunca. Durmayı sevemedim, hareket hiç eksilmesin diledim sağlık oldukça 🙏 İyi bir insan olma gayemi farklı deneyimlerle buluşturuyorum. Geçen yıl doğum günümü Paris’te geçirirken aşk dilemiştim, elbet artık birinin varlığı ama ötesinde gördüğüm her şey de aşk, tıpkı Paris’te hissettiğim özel anlar gibi. Bu dileğim 2024’te yerini buldu diye hissediyorum. 😊 Şimdi Londra dileğimi düşününce; hayatımın; mental, ilişkisel, kariyer ve vizyonu en güçlü ve farkındalıklı yolculuğunu diliyorum.  Londra'ya gelecek olursak nefisti. Huzurlu bir Ekim ayı kattı bana. Bolca tavsiyeler çıktı hem gastronomik hem turistik. Bunları ayrı bir yazımda sizlerle paylaşacağım, ...

Hâlâ Öğreniyorum🌿

Herkesin öğrenme motivasyonu elbette farklıdır.  Kimi için bu motivasyon içsel bir keşif süreci, kimi için dışsal beklentiler ya da sosyal bağlardır. Bazıları yalnızca merak ettiği için öğrenir, bazıları bir amaç uğruna... Benim içinse bu tek bir kategoriyle sınırlanamayacak kadar çok katmanlı. Ama galiba en baskın olanı “anlam arayışı” - içten gelen, derin bir keşfetme isteği. Bazen annemin göbek bağımı üniversiteye gömdüğünden şüphe ederim. :) Yeni şeyler öğrenmeye, yeni şeyler denemeye olan merakım; yaş aldıkça azalmadı, aksine arttı. Yaşla birebir paralel ilerlemeyen bu yolculukta eminim benden çok daha meraklı, iştahlı olanlarınız da var. Derinleşmeyi savunup, tek bir uzmanlık alanında ilerlemenin doğru olduğunu düşünenler de. Ben “herkesin doğrusu kendine” diyenlerdenim. Size bir reçete veremem; "doğru malzemeler şunlardır" diyemem, çünkü bana göre herkes biricik ve herkesin formülü de kendine özgü. Ama biliyorum ki, mesleğim gereği tanıdığım ve tanıştığım pek çok ge...

La Finestra Di Fronte(Karşı Pencere)

Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi  Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi La Finestra Di Fronte yani Türkçe adıyla Karşı Pencere. Benimde zaman zaman müzik çalarımda Gocce Di Memoria'nın çalmasıyla  aklıma gelir. Sezen Aksu’nun büyüleyici sesiyle başlayan film kapanışında ise Georgia’nın seslendirdiği çok başarılı bir şarkı Gocce Di Memoria’yı kazandırmıştı hayatlarımıza. En azından benim hayatıma.Tango sahnesinde Historia de un amor ise başka bir şaheserdi notaların dile gelmesinin hikayesiyle... Bu film, karşı pencereden aşka bakmayı anlatır. Giovanna karakteri ve yasak aşkı. Karşı çıkarız kabul etmeyiz. Ama aşktır ya da ilgisizliğin ilgi arayışıdır. Başrol oyuncusuna kızarız yaptığının yanlış olduğunu düşünerek. Filmi izledikçe de sanki biraz daha anlamaya başlarız onu. İlgi duyduğu komşusu ileyken bu kez de kendisine, evine, çocuklarına karşı pencereden bakması artık hikayeyi ba...