Ana içeriğe atla

Dresden/Almanya Seyahati - Orta Avrupa gezisi-1.gün devamı

Dresden, Elbe'nin Floransa'sı, müzik,sanat,tarih...


İkinci Dünya savaşında bombardımana tutulmuş ve en çok zarar görmüş doğu Almanya'nın şehri, Saksonya eyaletinin başkenti.

Türk nüfusunun en az olduğu şehirlerden biri olan Dresden'de öyle bir barok mimarisi karşınıza çıkacak ki yapıları sevmemek mümkün değil.
Avrupa'da ilk porselen üretiminin yapıldığı şehirde yapılar hep savaş sonrası hatta restorasyonları yeni yeni tamamlansa da tarihini yansıtmaktan uzaklaşmamış. 
Huzurlu geldi bu şehir bana, tekrar gidilip, daha uzun süre kalınmak istenecek huzurda...









Elbe nehrinin kıyısında kurulmuş ve bu nehir şehri ikiye bölmüş ki bu da zamanında önemli ticaret noktası olmasını sağlamış. Elbe nehri de Tuna nehri gibi her ne kadar şehrin akşamını göremesek de o atmosfere yakışır güzellikte akıyordu.

Şehir de bisikletlinin araçtan çok olması benim için o şehri yaşanır kılan diğer etkenlerdendir.

Viyana doğumlu Alman besteci Richard Strauss -ki Strauss deyince Vals gelir akıllara- Dresden kentini "galalar cenneti" olarak adlandırmış. İşte bunda etken olan Semper Opera Salonu Viyana'dakilerden sonra sahip olunan en güzel  opera yapılarından. 

Rehberimizden küçük bir kesitle bir sürü güzel anı video sepetimdendir - Ona da bu vesileyle selam olsun. Tarihe dair pek çok bilgi katmıştır bana ve bize.



Frauenkirche
Almanya'nın 1726-1743 döneminde yapılmış olan önemli Protestan Kilisesi. Savaşı unutmamak için Almanya birleştikten sonra yeniden restore edilmiş.  Şehrin simgesi haline gelmiş yapıtlardan biri olan bu Barok mimarisinin güzel örneğinin Önünde Martin Luther heykeli de bulunur. Burda olduğu gibi yapıların duvarlarındaki siyahlıklar bombadan etkilenmiş olmasından.

  Frauenkirche

Ben sokaklarından bu kadar etkilenebilmemin, Alman disipliniyle bu kadar kısa sürede restore edilmiş tarihin izlerini taşıyan binalarından mı yoksa arka fonda sürekli sözsüz müzik çalar etkisinden mi bilemedim. 
Evet müziğin içine katılmış olduğu şehirleri seviyorum. Ki her şehrin bir müziği oluyor da.

Gelelim tarihin içinde ki gezintiden sonra acıkmış midelerimizle uğradığımız sokak arasında ki güzel kafelere alternatif olur mu bilmem ama dışarıdan bakıldığında alışveriş merkezi havası yaratmayarak sevilecek,

Almarkt Galeri Dresden- Alışveriş Merkezi

Her ne kadar Alman mutfağıyla ilgili en sevdiğimiz şeyin çikolata olduğunu pek çoğumuz çocukluğumuzdan beri (Almanya'dan gelen akrabalarla pekiştirilmiş gerçekler :)) kabul etsek de, yemek her şekilde hallolabilen bir eylemdir. Babamın da bahsettiği kadarıyla az da olsa bildiğim mineralli su gelenekleriyle beni yemekten daha çok zorladılar :) Burada da "Natürliches Wasser" anahtar kelimesini unutmayın ancak 
" Minerral Wasser" da midenizi rahatlatacak bizdekilerden çok daha hafiftir. Biranın da sudan ucuz olduğunu söylememe gerek yok herhalde.

Ayrıca zorluk çekmeyeceğiniz bir konu Türk azsa da ingilizceleri iyi bir millet olmaları ama ben Almanca'nın da başka bir ahengi olduğu için şurası nerede, nasıl gidebilirim, merhaba hoşçakalın gibi basit kelimelerde bile bizim gibi turistlerin onların diliyle karşılık vermemiz durumunda yüzlerinde güzel tebessüme neden oluyorduk, bu da dipnot olsun:) 

Yemekte kalmıştık. Bu konuda Avrupa'nın her yerinde dönerci ,kebapçılarda (Hatta bazı yerler kebap adı altında döner satarlar.) yiyen Türkleri anlayabiliyorum elbette bende yerim ancak o bizim mutfağımıza ait yani zaten içindeyiz. O yüzden hangi millete ait olduğu önemli değil farklı mutfaklar ya da bizde de olup, üretimini onların yaptığı yiyecekler daha iyi alternatif diye düşünüyorum.Yoksa bizim mutfağımızın zenginliği tartışılamaz bile.
Biz buna da dayanarak Avm'nin içindeki Asya lokantasında yedik ki soslu noodle ve özellikle sebzeli böreklerini çok sevdim, alternatifiniz olabilir.                                                

Aymila ile Avm'nin önündeki meydanda gördüğümüz bilinçli bir cüzdan hareketi :)

Yine eksik kalan çok fazla şey kalmış olabilir ancak sadece yarım günde kendisini bu kadar sevdiren bir şehre uzun süreyle giderseniz, bana eksiklerimi tamamlamam konusunda yardımcı olursunuz belki. 

Bir sonraki yazıyla Prag'da görüşmek üzere...
Mutlu seyahatler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ki doğdum / Versiyon 32 - Londra 🎊

32 sene. Dile kolay ve her sene için biriktirdiğim şükür sebeplerim var. Bu yıl yeni yaşın arefesinde yine özlediğim abimle kavuşmayı İsviçre’de başlatıp, Eylül’ü kapatırken akrabalarla düğün buluşması Almanya ve yeni yaşın ilk gününe planlanan Londra seyahati. Kendime verebileceğim en güzel hediye hep deneyimler oldu hayatım boyunca. Durmayı sevemedim, hareket hiç eksilmesin diledim sağlık oldukça 🙏 İyi bir insan olma gayemi farklı deneyimlerle buluşturuyorum. Geçen yıl doğum günümü Paris’te geçirirken aşk dilemiştim, elbet artık birinin varlığı ama ötesinde gördüğüm her şey de aşk, tıpkı Paris’te hissettiğim özel anlar gibi. Bu dileğim 2024’te yerini buldu diye hissediyorum. 😊 Şimdi Londra dileğimi düşününce; hayatımın; mental, ilişkisel, kariyer ve vizyonu en güçlü ve farkındalıklı yolculuğunu diliyorum.  Londra'ya gelecek olursak nefisti. Huzurlu bir Ekim ayı kattı bana. Bolca tavsiyeler çıktı hem gastronomik hem turistik. Bunları ayrı bir yazımda sizlerle paylaşacağım, ...

Hâlâ Öğreniyorum🌿

Herkesin öğrenme motivasyonu elbette farklıdır.  Kimi için bu motivasyon içsel bir keşif süreci, kimi için dışsal beklentiler ya da sosyal bağlardır. Bazıları yalnızca merak ettiği için öğrenir, bazıları bir amaç uğruna... Benim içinse bu tek bir kategoriyle sınırlanamayacak kadar çok katmanlı. Ama galiba en baskın olanı “anlam arayışı” - içten gelen, derin bir keşfetme isteği. Bazen annemin göbek bağımı üniversiteye gömdüğünden şüphe ederim. :) Yeni şeyler öğrenmeye, yeni şeyler denemeye olan merakım; yaş aldıkça azalmadı, aksine arttı. Yaşla birebir paralel ilerlemeyen bu yolculukta eminim benden çok daha meraklı, iştahlı olanlarınız da var. Derinleşmeyi savunup, tek bir uzmanlık alanında ilerlemenin doğru olduğunu düşünenler de. Ben “herkesin doğrusu kendine” diyenlerdenim. Size bir reçete veremem; "doğru malzemeler şunlardır" diyemem, çünkü bana göre herkes biricik ve herkesin formülü de kendine özgü. Ama biliyorum ki, mesleğim gereği tanıdığım ve tanıştığım pek çok ge...

La Finestra Di Fronte(Karşı Pencere)

Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi  Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi La Finestra Di Fronte yani Türkçe adıyla Karşı Pencere. Benimde zaman zaman müzik çalarımda Gocce Di Memoria'nın çalmasıyla  aklıma gelir. Sezen Aksu’nun büyüleyici sesiyle başlayan film kapanışında ise Georgia’nın seslendirdiği çok başarılı bir şarkı Gocce Di Memoria’yı kazandırmıştı hayatlarımıza. En azından benim hayatıma.Tango sahnesinde Historia de un amor ise başka bir şaheserdi notaların dile gelmesinin hikayesiyle... Bu film, karşı pencereden aşka bakmayı anlatır. Giovanna karakteri ve yasak aşkı. Karşı çıkarız kabul etmeyiz. Ama aşktır ya da ilgisizliğin ilgi arayışıdır. Başrol oyuncusuna kızarız yaptığının yanlış olduğunu düşünerek. Filmi izledikçe de sanki biraz daha anlamaya başlarız onu. İlgi duyduğu komşusu ileyken bu kez de kendisine, evine, çocuklarına karşı pencereden bakması artık hikayeyi ba...