Ana içeriğe atla

Klişelerin Ardında Bir İnsan Kaynakları Hikayesi

Blogumda ağırlıklı olarak sizlerle ruhumu besleyen kültür-sanat ve seyahat içerikleri paylaşıyorum. Ancak bugün, mesleğimle ilgili bir yazı paylaşmak istedim.

Kimisinin saygı, kimisinin korku, kimisinin umursamadığı; kimisinin stratejikleştirerek sahiplendiği, kimisinin ise ‘icat çıkarma başımıza’ diyerek ötekileştirdiği... Kimi zaman derinleştirilen, kimi zaman yüzeyselleştirilen bu kıymetli meslek grubundayım ben: İnsan Kaynakları.

Masanın diğer tarafında bulunanlar şimdi anlatacaklarımı çok daha iyi anlayacaktır.
Aslında ben mesleğe doğrudan İnsan Kaynakları olarak başlamadım. Yaklaşık bir yıl teknik bir pozisyonda çalıştım. O dönemde gözlemlediğim İK; despot, geleneksel yöntemlere sıkı sıkıya bağlı, odasına girerken çekindiğim ve genellikle yaşça büyük bireylerden oluşan bir yapıya sahipti. Benim istediğim; yüzünden düşen bin parça olan, masasından kalkmayan, her şeye hayır diyen ve dinlemektense konuşan biri olmak değildi.
İşte o zaman, ne istemediğime karar vermiştim. Peki ya sonra?

Yıl 2014...
Bir stajla her şey değişti. Bu departmana ve mesleğe dair tüm bakış açım altüst oldu.
Maç 90 dakika, ilk yarım saatte oyunun finaline karar veremezsiniz.
Gençlere tavsiyem: Ne istediğinizi anlamadan önce, ne istemediğinizi tanımlayın. Bu, sizi doğru yola götürebilir.
Bu İnsan Kaynakları stajımda tanıştığım yapı çok farklıydı: Dinleyen, anlayan, çözüm üreten, sorgulayan, mücadeleci, yenilikçi, donanımlı ve öğrenmeye açık bir organizasyon. Japon kültürünün mü etkisi vardı bilmiyorum ama şunu net olarak fark ettim:

Meslekleri asıl temsil eden şey, o meslekleri taşıyan insanlardı.

Onlar ya o mesleği onurlandırıyor, ya da gölgeliyordu. Genellemelerim, işin içine girdikçe yok oldu.
Belki de daha önce aynı dili konuşmadığımız içindi, bilmiyorum. Ama o kapıdan korkarak giren ben, zamanla o kapının içinden biri oldum.

Ve sonra... Karşıma bir yönetici çıktı.
Kapalı kapılar ardında çalıştığımız o dönemde, duvarları yıkan biriydi.
Aynı dili konuşabilen, samimiyeti hissettirebilen, bir şey söylediğinde “vardır bir hikmeti” denilebilen... İşte meslekte ilham duyduğum dönüşüm orada başladı.

Bugünün İnsan Kaynakları artık yalnızca yöneten değil; birlikte düşünen, birlikte büyüyen bir yapı. Gelişim, empati, esneklik ve dönüşüm; tüm bunlar artık bu işin temel taşları.
Benim için İnsan Kaynakları, pek çok insanın hikâyesine dokunabildiğim en güçlü köprü oldu. Kısıtlandığımda da, kanatlanıp uçabildiğimde de...
Bugün geriye dönüp baktığımda gönül rahatlığıyla söylüyorum: İyi ki İK’yım.

Elbette bu dönüşüm sadece değişen departman isimleriyle ya da niyetle olmuyor.
Dijitalleşme, yapay zekâ, veri odaklılık... Tüm bunlar gündemde. Ama önce bizler hazır olmalıyız ki, bu yolculuk anlamlı olsun.

İK dönüşüyor. Biz de onunla birlikte dönüşüyoruz.
Ve en güzeli, bu dönüşümün bir parçası olmak. 🌱

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi ki doğdum / Versiyon 32 - Londra 🎊

32 sene. Dile kolay ve her sene için biriktirdiğim şükür sebeplerim var. Bu yıl yeni yaşın arefesinde yine özlediğim abimle kavuşmayı İsviçre’de başlatıp, Eylül’ü kapatırken akrabalarla düğün buluşması Almanya ve yeni yaşın ilk gününe planlanan Londra seyahati. Kendime verebileceğim en güzel hediye hep deneyimler oldu hayatım boyunca. Durmayı sevemedim, hareket hiç eksilmesin diledim sağlık oldukça 🙏 İyi bir insan olma gayemi farklı deneyimlerle buluşturuyorum. Geçen yıl doğum günümü Paris’te geçirirken aşk dilemiştim, elbet artık birinin varlığı ama ötesinde gördüğüm her şey de aşk, tıpkı Paris’te hissettiğim özel anlar gibi. Bu dileğim 2024’te yerini buldu diye hissediyorum. 😊 Şimdi Londra dileğimi düşününce; hayatımın; mental, ilişkisel, kariyer ve vizyonu en güçlü ve farkındalıklı yolculuğunu diliyorum.  Londra'ya gelecek olursak nefisti. Huzurlu bir Ekim ayı kattı bana. Bolca tavsiyeler çıktı hem gastronomik hem turistik. Bunları ayrı bir yazımda sizlerle paylaşacağım, ...

Hâlâ Öğreniyorum🌿

Herkesin öğrenme motivasyonu elbette farklıdır.  Kimi için bu motivasyon içsel bir keşif süreci, kimi için dışsal beklentiler ya da sosyal bağlardır. Bazıları yalnızca merak ettiği için öğrenir, bazıları bir amaç uğruna... Benim içinse bu tek bir kategoriyle sınırlanamayacak kadar çok katmanlı. Ama galiba en baskın olanı “anlam arayışı” - içten gelen, derin bir keşfetme isteği. Bazen annemin göbek bağımı üniversiteye gömdüğünden şüphe ederim. :) Yeni şeyler öğrenmeye, yeni şeyler denemeye olan merakım; yaş aldıkça azalmadı, aksine arttı. Yaşla birebir paralel ilerlemeyen bu yolculukta eminim benden çok daha meraklı, iştahlı olanlarınız da var. Derinleşmeyi savunup, tek bir uzmanlık alanında ilerlemenin doğru olduğunu düşünenler de. Ben “herkesin doğrusu kendine” diyenlerdenim. Size bir reçete veremem; "doğru malzemeler şunlardır" diyemem, çünkü bana göre herkes biricik ve herkesin formülü de kendine özgü. Ama biliyorum ki, mesleğim gereği tanıdığım ve tanıştığım pek çok ge...

La Finestra Di Fronte(Karşı Pencere)

Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi  Türk-İtalyan senarist yönetmen olan Ferzan Özpetek’in 2003 yapımı bir filmi La Finestra Di Fronte yani Türkçe adıyla Karşı Pencere. Benimde zaman zaman müzik çalarımda Gocce Di Memoria'nın çalmasıyla  aklıma gelir. Sezen Aksu’nun büyüleyici sesiyle başlayan film kapanışında ise Georgia’nın seslendirdiği çok başarılı bir şarkı Gocce Di Memoria’yı kazandırmıştı hayatlarımıza. En azından benim hayatıma.Tango sahnesinde Historia de un amor ise başka bir şaheserdi notaların dile gelmesinin hikayesiyle... Bu film, karşı pencereden aşka bakmayı anlatır. Giovanna karakteri ve yasak aşkı. Karşı çıkarız kabul etmeyiz. Ama aşktır ya da ilgisizliğin ilgi arayışıdır. Başrol oyuncusuna kızarız yaptığının yanlış olduğunu düşünerek. Filmi izledikçe de sanki biraz daha anlamaya başlarız onu. İlgi duyduğu komşusu ileyken bu kez de kendisine, evine, çocuklarına karşı pencereden bakması artık hikayeyi ba...