Sevgili 2025,
Blogumdaki ilk yazımın sanatla ilgili ve ilkbaharda kış gibi hissettiren bir oyunla başlaması planlı değildi, ama öyle denk geldi.
Değerli okuyucu,
Biliyorum, sen de hâlâ bir yerlerde benim gibi okumaya değer veriyorsun. Görselin ve hızla tüketilenin aksine, emek verilmişin kıymetini bilenlerdensin. Yazmaya devam etmem sadece kendimle ilgili gibi görünse de, aslında bizimle de ilgili biraz. Çünkü toplumsal varlıklar olarak paylaşma ihtiyacımız derinlerde bir yerde hep var. Ben, beni mutlu eden şeylerde bu ihtiyacı derinden hissediyorum. Bu sebeple bu kez bir tiyatro oyunu önerisiyle karşınızdayım: Eylül.
Güldüren Eylül, ağlatan Kâsım... Tek bedende yaşanmış koca bir hayat ve üzgün bir final. Ama hep derim; sonuçtan çok sürece tutununca bazı şeyler katlanılır hale geliyor. "Cinsel yönelimlerinden dolayı trans bir bireye bakışınızı bir oyun bile değiştirebilir" demek istemiyorum, çünkü bu bile Eylül’ü yaralayabilir. Eylül, 9 yaşında... İçimizden biri gibi. Hep görünür ama bazen görünmek istenmeyen gölgeli duvarların arasında gibi. Belki hep utanılan konuları cesaretle konuşabilecek biri; kendini bulma yolculuğunda temiz kalmayı başarmış, ‘aşk’ duygusunu kalbimizde ne kadar da saf bir yerden hissettiriyor ve tabi aşkın cinsiyeti, dili, renki, ırkı olmadığını da.
Yaşanmış bir hikâyeyi sahneye taşıyan başrol Uğur Kanbay’ın performansı ise nefes kesici.
Onlara ne kadar yüzeysel baktığımı, gördüğüm bir yüzün ardındaki hikâyeyi anlayamadığımı fark ettim. “Onlar” derken bile aslında nasıl sınıflandırdığımızı düşündüm ve bu ayrımın ağırlığını hissettim.
Bu kainattaki her bireyin, yaşama hakkının en güzelini hak ettiğine yürekten inanıyorum. Bu oyunu izleyin, izlettirin derim. Zira ben ikinci kez izleyeceğim; sevdiğim insanların eşliğinde. ‘Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit’ ile benim için tek kişilik oyunlar arasında zirveyi zorlayacak kadar etkileyici.
Sanatla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder