31.10.2017/ 00:25 -Yazı defterimden
Ekim'i kapamadan bir Ayla bir işe yarar bir şey vardı meraklardaydı, giderdik.

Filme dair; sanat kaygısı olmayan, nakış gibi işlenmiş betimlemeleriyle daha çok kitap okuyormuş hissi uyandıran, bitince de bitti mi şimdi dedirten, sanatsal çokça da şiirsel bir yolculuk hikayesi, biz çok sevdik tavsiye edilir.
Film kısmen bir iç muhakeme çokça kendini dinleme içeriyor. Tıpkı hayatlarımızı sığındığımız kutular ardında yaşarken, pencereden bakıp o kutuyu terk etmek isteyişlerimiz gibi. Öznesi biziz ama nesnelerde başkaları olmasa bir anlamı yok. Sahi işe yarar bir şey yapabiliyor muyum şu kısacık hayatımda? Yoksa çoğu zaman insanların konuştukları bir dedikodunun malzemesi mi oluyorum? Kendimi dinliyor, onları anlayabiliyor muyum mesela?
Şimdi yazacaklarım filmden ilham alıp, Ekim'in son gününde filmi izledikten sonra, kendi defterimden, kalemimden dökülenlerin küçük bir kısmıdır ki bundan hiç vazgeçmeyeceğim.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bir tren, bir sürü vagon. Vagonlarda pencere, her pencerede ayrı bir hayat. Kendi hayatından çok başka hayatlara misafir olup, gözlerine onları ekliyorsun...
Çok da önemli olmayan bir eylem; yıllardır görmediğin hayatından gelip geçen arkadaşlarınla buluşmaya gitmek ama bu çok önemli bir eyleme, bir trene, bir sürü hayata misafir olmanın yolunu açıyor. Belki de geçici hikayelerden sıkılırken kalıcı hikayelere konuyorsun...
Alelade yanından geçerken anlam buluyorsun her renkte, her insanda, akan zamanda, her sese kulak kabartıp, her karşılaşılan duruma içinden hikaye yazıyorsun. Filmde etkilemişti, "Sarı, yeşil, turuncu... Ben turuncuyum bir kafiye olamayan." Anlamsız hayatımda anlam arayan bir göçebe, kafiyesi yok işte, eksik.
Birileri bizi anlamayacak diye anlamdan vazgeçiyoruz, korkuyoruz bizi götüren o trende ya kaybolursak?Ruhumuzu sıkıştırıyoruz bir hikayeye. O hikayede istediğimiz gibi gitmeyince ruhlarımızda hikayeye kurban gidiyor.
Bir diğer etkileyen sahnede şair kadın karakteri; "Anlamıyorum neden vazgeçer insan sarı çiçeği görmekten" der. Sahi görebilme imkanımız varken neden yanından geçip gideriz?
Misafir olduğum hayatlar, en çok bunu sorgulatmıştı. Ne kattım, ne gördüm onlardan? Yine bir sürü soru cevabını başkalarında arıyorum, arıyoruz. Bilmiyorum ne zaman özne olsam nesnenin peşine düşüyorum. Belki misafir olarak girdiğimiz o hayatlarda kalabiliyor ya da bir parçamızı bırakabiliyoruzdur kim bilir.
Yüzüm yansıyor cama, fonda bir şarkı, insanlar hareket halinde hepsinin bir telaşı, yetişeceği bir yolculuğu var. Nereye bilet alsam da kendime gitsem diyorum. Uzun zamandır uzaklaştığım kendime... Ama kendime gideceğim yolculuk uzun. Unutmam gerekenleri sepette taşıyorum. Sırtım ağrıyor, midem yanıyor. Onları bir bıraksam kendime az mesafe kalır bunu da biliyorum.
Beni içeri alır gibi yapan herkesi içeri aldım, şimdi kalabalığım sığamıyorum, dışardayım. Beni gerçekten içeri alanlara perdemi aralasam, ya da biraz camı açsam rüzgar getirseler içeri fena olmaz herhalde.
Filmde; ölmek isteyen biri,
onu öldürmeye giden biri,
onu yaşatmak için mücadele eden biri var.
Ben hep yaşatmak için mücadele eden tarafı seçiyorum. İçimdeki hiç birşeyi öldüremeyen o duygu, istesem de izin vermez öldürmeye. Tamamda hah o mücadele ettiklerimiz biz onları yaşatmaya çalışırken ya bizi öldürürse? Kendi duygularımızın katili başkaları olurken daha mutlu olamayacağımızı da biliyorum. Ne zaman o trenin makinisti, o geminin kaptanı, o yolculuğun sahibi olursam o zaman ben olacağım ve hikayemin sonu gösterilmese de ben bileceğim ki,
O rüzgar içeri girdikçe,
ben o pencereyi açık bırakacağım.
Ne zaman inanmaktan vazgeçersem,
o zaman aynadaki yarıma başka anlamlar arayacağım....
---------------------------------------------------------------------------------------
Tüm hakları saklıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder